Katastrof sonrası 100 iso

13 Ocak 2011 Perşembe

012





Başlıklar yok.. Kaçışlardan arta kalan ne varsa onu buluyor herkes gecede. Kendi halimde sessiz bir protestodayım, sokaklarımda pankartlarını kaldırarak yürüyen kalp kapakçıkları var..


*karşı kıyıya yüzerek geçmek için çok erken değil mi? "





8 Ocak 2011 Cumartesi

011 / Los Amantes Del Circulo Polar / Kutup Çizgisi Aşıkları

* Otto: Hayatın farklı dairelerde geçmesi güzel. Benim hayatımdaysa karşıma bir kez fırsat çıktı. O da tam değildi. En önemli parçası eksikti. Adını zihnime defalarca yazdım. İşte şu an bile hiçbir şey yapamıyorum. Tek başımayım...






* Ana: Kutup dairesindeki ilk anımı hatırlıyorum. Aşık olmak kolay değildir. Arzulamak yeterli gelmez, işitmeliyiz de.Otto'nunki gibi bir kalbe sahip olan kimse yok. Ben de dahil...








Kadın; "Hayatımın en büyük tesadüfünü bekliyorum" derken ne kadar da emindi o tesadüfü birebir yaşadığına. Oysa bir kadın dilinde emin olmak demek sürekli ve küçük sorgulamalarla kalp kapakçıklarını uykusuz bırakmaya benziyordu ve tabi ki  kimi imalar haricinde kadının karşısındaki yaşam her kimse kesinlikle fark edemiyordu bu döngüyü. Oysa bir kadındaki cesaret, bilinçaltındaki özgürlük dürtüsü ve kimi vesaireler ne kadar güçlü olsa da bazen aşkı öteleyebiliyor, onu bir sonraki hamlesine saklamasına neden olabiliyordu. 


Eğer fırsat bulur da "Kutup Çizgisi Aşıkları"nı izlerseniz Ana'nın gözlerinde bir emin oluşu ve aynı an'a sıkıştırdığı minik sorguları rahatlıkla görebilirsiniz. Ya Otto.. ? O ne yaptı dersiniz..?








Julio Medem tesadüflerin kısırdöngüsünü  anlatıyor, içine bol miktarda aşk karıştırıp böyle bir karmayı hem Otto'nun  hem de Ana'nın gözünden yaşatıyor. 


Küçük tesadüfler, bir kaç tanesi yan yana geldiğinde gerçeğe benzeyen bir tepkime oluşturur beyin kıvrımlarında. İnanmakla yaşamak arasında kalan zamanda da aslında her şey olup bitmiştir.. Bir sonraki tesadüfe kadar...





010

günlerden ne ki bugün, sürgülü kapıların önünde bekliyorum, açılacak sanıyorum.. nasıl alışmışım /Giz Uykuları






Bir yolculuk için olması ve olmaması gereken her neden yeterliydi. Belki o kadar çok yaşam tarafından uyuşturulmuş bir şekilde dolaşıyoruz ki ortalıklarda, konu ne zaman kendisine gelse insanın kararsızlıklardan başını kaldıramıyor. İnsan kendinden ne kadar uzağa gidebilir sence, belki de kendimde merak ettiğim tek şey şu aralar. İçimdeki haritadan nasıl bir yolculuk olduğunu seçiyorum önce, en kutup yerlerinden daha sıcak yaşamlar bulmak için, kendimi götürüp beni sana bırakmak için, sırf başka yaşamlarla uğraşarak, onların karmaşık yaşamlarının otelinde kalarak sadece bir unutuşu ertelemek için. O kadar uzağa gitmeliyim ki bir dönüşü önemseyecek hiç bir sebebim kalmasın... Oysa kalbimin yan odasından sesler geliyor, duvarların konuştuğunu zannediyorum.


Küçük kutunun içine biraz melodi koydum, bir kaç yaşanmışlık fazla değil. Hazırlanmayı bekleyen bir sırt çantası ve bir kaç öteberi.. Küçük bir defter..  Yeterli sayıda bayat film.. Düş'ün şarj cihazı.. Üzerine kargacık harflerle tarih attığım bir kaç fotoğraf.. ve en çok da uykusuz sebepler... 


"pusulaya ihtiyacın var" diyen herkese sırtımı döndüm bugün.. sadece gidiyorum..













6 Ocak 2011 Perşembe

09

" Eski bir duvar saati, duvarın üzerindeki yerinde rahat ve dingin.. Ön tarafındaki camlı kapağı açıp akrebini tutuyorum, sonra ters yöne doğru çevirmeye başlıyorum hızla... Bir süre sonra kendi kendine geriye doğru akmaya başlıyor her şey..."


"Gitmek istemiyorum buradan.. Oysa öyle bir kalabalık var ki vücudumun her yanından çekiştirip duruyorlar. Bırakın, rahatım dememe bile aldırmadan.. Bildiğiniz gibi bir karanlık değil bu diyorum, dinlemiyorlar. Sizin yollarınız kadar rahat bağlanmıyor otobanlara, başka yaşamlara diyorum, bağırmaya başlıyorlar.. Kurşun kalemin ucuyla iki kulak zarımı da deliyorum.."






"Omurgasının  yarısı olmayan bir yatak tanıyorum, bir tarafı çökmesin diye iki kişilik sarılıyor birbirine orada yatanlar..."




"Gitmek istemiyorum buradan... Hem üşümemek için illa kumların arasında ateş yakmaya da gerek yok. Bir kaç şişe daha içip şezlongun altına saklamalıyım belki de, içine küçük notlar sıkıştırdıktan hemen sonra. Rüzgar dilediği kadar esebilir, sabahın erken bir saatinde bir kaç peynir parçası ve sıcak bir simitle kahvaltı yapılabilir.. Gözlerinin altı kat kat şişene kadar uyunabilir mesela.. Düşün karşı kıyısına yüzerek geçilebilir.. Kolumu hafifçe yana doğru attığımda parmak uçlarım saçlarının karmaşasında yolunu kaybedebilir.."


Kalp kapakçıklarının ikisini kaybeden bir adam tanıyorum, diyor ki; "biraz daha hızlı çevirirsen akrebi, diğer ikisini de sana verebilirim.."





5 Ocak 2011 Çarşamba

08

Bir keresinde birine aşık olmuştum. Bir süre sonra orada değildi. 2046'ya gittim. Beni orada bekleyebileceğini düşündüm. Ama O'nu bulamadım. Beni sevip sevmediğini merak ediyorum. Ama belki bu sorununu cevabı yoktur. Belki de cevabı kimsenin öğrenemeyeceği bir sırdır. (2046 / Wong Kar Wai)






Çevremdeki sesler giderek azaldı, kalabalığın ardında bıraktığı da bu değil mi zaten. Anlamsız zaman dilimleri arasında adım atmayı deniyorum. Sol elimle sağ kolumdaki ipi yukarı aşağı doğru çektiğimde yazmaya başlıyorum. Sağ elimle sol ayağımın üzerindeki ipi çekiştirince adım atıyorum. Göğüs kafesimdeki kapağı kaldırıp içindeki kelebek anahtarı bir kaç kez çeviriyorum ve sonra tıkırtılar gelmeye başlıyor. Kan dolaşımı dedikleri bu olsa gerek, yaşam kadar kurmaca...


Herkes 2046'ya aynı sebeple gider. Eski hatıraları hatırlamak için. Çünkü 2046'da hiçbir şey değişmez. Ama hiçkimse bu doğru mu bilmiyor. Çünkü hiçkimse geri dönmedi.

07




Kırmızı yada beyaz.. her ikisi de aynı sakin etkiyi yaratıyor kılcallarda. Oysa; "sen bir zamanlar üzümdün, neler yapıyorsun şimdi" diyemiyorsun tabi... Sanırım kendi ufak dönüşümlerimizle kırmaya başlıyoruz, farkında olunan an'a kadar kalbin irili ufaklı köşelerinden mızrak parçaları topluyoruz sonra.. Özlemek nasıl kırıcı bir hale dönüşebilir diye düşünebilirim şu an, karşı kıya doğru geçerken nasıl bir yapı değişikliğine uğrayabilir diye de kafa yorabilirim mesela.. Oysa anlamlar, minik üzüm salkımları kadar kolay toplanmıyor. En azından ben toplayamadım.. Susmak bir gerçeğe dönüştüğünde, görüntüler katılaşıp duvarların içine gizlendiğinde, yastığın üzerine gizlenmiş bir koku başka kokularla karışmaya başladığında, buzdolabının içinde küçük bir kasede duran o üzüm salkımını atmaya kıyamadığında, duvarın kendi halindeki o boşluğuna fotoğrafları asmak için sebebin kalmadığında hayatı bir kaç yüzyıl geriye almaya yarayan o buton elinde kalıyor.. 


Suskunluğum gerçeğe dönüşüyor.. "dudağımda tüfekli askerler..."
Belki hepsi bu..

4 Ocak 2011 Salı

06

Bir balerinin ellerini hiç tutmamıştım ve aşık olmamıştım daha önce. Saptırmamaya çalışarak, oyunlar oynamadan ona yaklaştığımı iddia etmeyeceğim. Çok şey denedim, sırf onun için göğsümdeki kılları yumuşatmaya çalıştım... Çünkü bir köpeği olsun istiyordu.. Fakat öyle uzak bir yerde duruyordu ki, ne bana uzanması ne de görmesi mümkündü beni...


...Bilemem ve zorunda da değilim.Sorumluluk hissetmiyorum. Bugün yaptığım tek şey bir balerin öldürmekti.


(Tuncay Durmuş / Epikriz)






Çoğunlukla sabahın ilk saatlerine denk geliyor. Perdeleri hiç açmaman için verilmiş bir sebep  ya da posta kutunda yıllardır gelmeyen bir mektup, zarfı gördüğünde ve zarfın canını acıttığında ele geçirebildiğin kelimeler gibi. Biriktirmek ne kadar da istemsiz bir şeydir, sürekli süreksiz, gerekli yada gereksiz. Beynin minik çukurlarına türlü oyunların dolması.Sonra bir fotoğraftan canlanmasını istemek, kahve suyunun az sonra kaynayacağını bilmek kadar sakince.. Habersiz bir anında gelsin istiyorsun, kapının çalınışını, karelerin ne kadar yavaşladığını hayal et. Kan basıncın seni şu an bıraktı ve koşarak uzaklaşıyor. Açma kapıyı ve o küçük deliğin içinden sakın bakma..




* geldiğinde tam da bu çalıyordu



3 Ocak 2011 Pazartesi

05 / Hayao Miyazaki / Tonari no Totoro

Kendini anlattıkça bütün dünyayı anlatman gerekir. Anlattıkça seni silen dünyayı... Yani kendini anlatmak için bütün dünyayı yitirmen gerekir. Aşk bu yitirişin adlarından birisi...Peki o zaman neden yazıyorsun? Silinmeye razıyım, ama ya hiç kaydedilmediysem? (Aslı Erdoğan)


Kaydedilmeye dair tüm eklemlerden bahsedilebilen bir adam, bir yanı çocuk, bir yanı çizgilerle ve hareketlerle örülmüş. İçindeki bu birkaç kıyıyı birbirinden uzaklaştırabilse sanırım böyle kalbin düz kaslarına dokunabilen filmler yapamazdı sanıyorum. Çünkü filmlerinde sadece karakterler yaratmakla kalmıyor onların kendi içindeki sihri ortaya çıkaran sebepleri de vermekten çekinmiyor.  Tonari no Totoro (My Neighbour Totoro) da yaklaşık yirmi küsür yıllık bir animasyon. Oysa içindeki hiç yaşlanmayan karakterleri bugününüzü bile tebessüme boğacak canlılığa sahip. Satsuka ve Mei den bahsetmeliyim burda sanırım. Satsuka, bir abla'dan beklenilen her davranısın içine biraz da annelik katıyor Mei'le olan ilişkisinde; Mei ise korkusuz bir düş kovalayıcı. Dört yaşında olmasının meraklarına ve korkusuz yaklaşımlarına pek bi engeli yok. Aslında aradıkları kendi içlerinde yarattıkları bir düş ve onunla da karşılaşmakta pek geç kalmıyorlar. 






Totoro her çocuğun hayalinde farklı görünümlerde ortaya çıkan bir yaratık. Filmde sadece sevimli ve şişman haliyle karşımıza çıksa da başka düşlerde başka bedenlere dönüşüyor belki de gündelik yaşamda. Satsuki ve Mei'nin Totoro'yu bulma çabaları sonrasında yerini minik maceralara bırakıyor. Özellikle Mei'in kaybolduğu sahnede keskin bir hüzünle tokat atmaktan da geri durmuyor Miyazaki... " Kusura bakmayın ama yaşam o kadar da güllük gülistanlık değil" diyor çizgi gözlerini biraz daha kısıp gülümseyerek. Filme dair pek çok detay olmasına rağmen izlememiş olanları sadece meraklandırmakla yetinmek gerekiyor sanırım.






Miyazaki'nin yeni dönem filmlerinde de sadece düş dünyasının biraz daha gelişmiş ve kesinlikle oturmuş bir dile sahip olduğunu söyleyebilirim izlediğim kadarıyla.Ve kesinlikle Miyazaki filmlerini orjinal dilinde izlemek gerekiyor bence. Çünkü görsel tını ne kadar önemli olsa da karakterleri gerçekten sevdiren ve onları gerçek yapan şey sesleri. Tonari no Totoro'yu izlerseniz şayet biliyorum ki sonrasında "Majo no takkyûbinSpirited AwayHowl's Moving Castle " gibi düş oyunları peşinizi bırakmayacak. 




04



Bazen bir zaman makinasına ihtiyaç duymuyor insan.. Sadece bir süre önce yaşamak gerekiyor bazı şeyleri ve o an'a geri dönmek istediğinizde gözünüzü kapatmak yeterli oluyor. ve ister istemez soruyor insan kendine "yoksa gözlerimi hiç açmasam mı ? " Hani kimi fizikçiler zamanın bükülebildiğine dair kuramlardan bahseder, analitik düşüncelere göre belki doğrudur, belki de fazlasıyla ütopik gelir kimilerine.. Düşündüğün anda sana astral bir yolculuk yaşatan insanları, hisleri fazlasıyla saklarsın ve kesinlikle başka bir bünyeye, başka bir forma dönüşmek istemezsin.. Bu da böyle bir şey...

2 Ocak 2011 Pazar

03

Şimdi neden bu kadar sevdiğimi anladım, çünkü kendim ölmüştüm ve yalnızca başkalarının canlılığını algılayabiliyordum... (T. Özlü / Kalanlar)



Başkalaşmak ve saf mutsuzluk... Aslına bakarsan iki kelimenin arasındaki köprüyü önceden bulmuş fakat hiç geçmemiştim. Herkes farklı bir şeyler anlatabilir bu konuda, dinleyeni varsa. Kalabalığın bir tanımı yok, sokakların, yürüyen hiçbir canlının... Yürürken sesleri duymadığın, kokuları algılamadığın adımların var ve giderek yavaşlayan, durmaya başlayan gıcırtılara sahip. Oysa dünle arasında ne farkı var ki yarının; henüz yaşanmamış anların kurgularıyla  bugüne şekil vermekten başka. Küçük notlar, sonraki dünler için. Fazlası yok ve korkular sadece an'la karıştığında bir rüyanın içine girebiliyor. Mutsuzluk mu arıyorsun; otur küçük bir çay bahçesinde, az şekerli bir kahve söyle, şekerlisi gelsin önüne.. Hevesle ve koştura koştura gitmeye çalış merak ettiğin bir filme, dublajlı çıksın... Mutsuzluk mu arıyorsun, sadece bekle bir süre sonra gelsin birisi fişini çeksin yaşananların.. Zor mu..?  Bence değil..

02

her şey sanmak gibi, zannetmek gibi di mi.. mesela sabah çıktım, o kadar güneşe rağmen güzel bir gün zannettim.. oysa farkettiğim şey üzüntü ve mutsuzluğu ayırabilmekti, balık kılçığı ve bedeninin etli bölgeleri gibi mesela.. kılçığı çıkarsan bile üzerinde kemirilecek şeyler kalıyor.. O yüzden üzüntüyü kemirmeye başlayan insanlar iskeletteki mutsuzluğu farketmiyorlar bence..

ben'i garip bulmanı anlayabiliyorum... belki sadece o yüzden iskeletimi bedeninden ayırmadın.. kızmamı istemeyecek ama kızgınlığımı anlayabilecek kadar garip buluyorsun.. oysa bugün senden herhangi bir kelime beklemiyordum, çünkü yarından da beklemiyordum önümüzdeki ay da beklemeyeceğim gibi.. 

garipsin.. ve süprizleri seviyorsun..

01

yalnız yürümeye başladım.. parfümcüde sırf burnumun koku alma yetisi körelsin diye başka başka kadın parfümleri deniyorum.. kahvaltıda ilk kez salata yedim bu sabah.. ve sonra Tezer'e bıraktım kendimi, çay ısmarlamıştı ama aslında söyleyemesem de leş'ti.. Oysa kitap ayracında hala gülümsüyor.. öldüğünde de böyleydi bence...

sana ara sıra bu şekilde yazacağım için de kızma.. çünkü kızgınım.. çünkü seni gerçekten kaybetmek için içimdeki her şeyini bulmalıyım.. sana kızgınım çünkü salatadan nasıl bir tat aldığını henüz bulamadım..sana çok kızgınım çünkü o minik defterin sayfalarında artık bir şeyler yazıyor, ve hatta kabalcı bir kalem bile verdi bunun için.. raflar fısıldadı.. almazsan yazamasın, yazamassan asla ölmez dedi, balıkları ve limonları hatırlattı..